Alexandra Cavalius’un Leyla romanını okurken tüylerim ürperdi. Okumaya başladım ve bitirmeden elimden bırakamadım.16 yaşında, hayat dolu bakire bir genç kızın, 19 yaşına kadar yaşadığı işkence dolu yıllar. Bosnalı küçük Leyla. Göz yaşlarım sel oldu ve soluğu bilgisayarımın önünde aldım. Hemen paylaşmak istedim.
Savaşın korkunç ve baskıcı yüzünü, binlerce, yüz binlerce kadının acıyla dolu dokunaklı kaderini; savaş sonrası geçirdikleri travmayı; bu isyankar, dramatik ve trajik öyküde kitabı okurken adeta birlikte yaşadım Leyla ile…
Leyla’da tıpkı Zerrin gibi, Rabia gibi, Marima gibi, Behice gibi Bosnalı bir kızdır. Bu küçük kızlar ihanetin, etnik temizliğin, toplama kampının, toplu tecavüzün zılgıtını yemişler, haksızlığın utancını yaşamışlardır boş yere…
“ Eğer yetkim olsa her okula bir insanlık dersi koyar ve bu kitabın okutulmasını zorunlu kılardım.” diyor Dagens Nyheter.
“ Öldürmek onlara yeterince ilginç gelmiyordu. İşkence ederek keyifleniyorlardı. Rus Ruleti oynayarak hepimizin yüreğini ağzına getiriyorlardı. Sonra hepsi, defalarca gözler önünde hiç utanmadan tecavüz ediyorlardı. Tabancaya bir kurşun koyup, altı kişinin her biri sırayla birer el ateş ediyor ve kurşun isabet ederse beynimin dağılacağı korkusuyla her seferinde darmadağın oluyordum. Kurtuldum ama bu utancı içimde ömür boyu taşımak zorunda bırakıldım. Kimseye minnettar değilim.” diyor Leyla…
“Beni öpmek istedi. Nefesi içki ve tütün kokuyordu. Aylarca yıkanmamış ağır kokusuyla, duvara döndürdüğüm yüzümü zorla çevirip, sımsıkı kapattığım dudaklarıma yapıştı. Bağırmalarıma, ağlamalarıma, yalvarmalarıma hiç aldırmıyor, suratıma tokatlar atarak, gücümü tüketiyordu. HAYIR, HAYIR, HAYIR… diye bağırdığımı hatırlıyorum en son.”
Tecavüz kampı… Tüyleri diken diken eden, ama aynı zamanda soyut kalan, hayal edilemeyen, kelimelerin yetersizliğinde kimsenin konuşmaya tenezzül etmediği, kayıtsız şartsız her şeyi kabullendiği, savaşın öteki yüzü. Aileler aşağılanmış, kadınlar kimden olduğunu bilmediği çocuklar doğurmuş, işkenceler çekmiş ve Yugoslavya paramparça olmuş. Her kadının tek başına içinde yaşadığı türlü kabuslar, tecavüz kelimesi içinde kayboluyor, yok oluyor. Her savaşta tecavüz yaşandı; ki eğer bugün dünyanın herhangi bir yerinde savaş çıkarsa, yine yaşanacak. Balkanlarda toplu tecavüz politikanın bir parçasıdır. Bu sistematik eziyet yöntemleri, arkasında bedensel ve ruhsal sakatlıklar bırakmıştır.
“ Adamlar odamıza sükun ettiler. Sarhoştular, ağlamamamızı emrettiler, zaten gözlerimizde yaş kalmamıştı, içimizden birini dövmeye başladılar ve sonra da sokak köpeği gibi öldürdüler.”
Leyla bu kadınların içinde en genciydi ve utancını ağlayarak gizlemiyordu. Utanacak bir şey yapmamıştı ki… Kader utansın. Leyla rahmindeki inanılmaz sancılarla yaşamaya, dik durmaya çalışıyordu; sakin ve mağrurdu.
Bir şekilde kaçıp kurtulmuş, fakat kaçarken yaşadıkları da tüm insanlara olan güveninin zedelenmesine sebep olmuştu. Kimseye güvenmiyordu, ürkekti. Kendisine aşık olan sırp bir gençle evlenmiş ve Zoran adında bir oğlu olmuşu. Medica’nın terapi yardımı projesi sayesinde tekrar gülmeyi ve konuşmayı öğrenmiş, bir mucize gerçekleştirerek dehşetten umuda adım atmıştı. Fakat cinselliği hayatı boyunca işkence olarak görecekti.
Leyla’ya göre bu savaşta herkes suçluydu Müslüman, Sırp, Hırvat… Hepsinin içinde az sayıda iyi insan çıkıyor, ama geneline güvenilmiyordu. Haksızlık unutulmamalı, hatta yargılanıp cezalandırılmalıydı. Çocuğuna da günün birinde gerçeği söyleyecekti ama onda intikam duygusunu yeşertmeyecekti. Yaşadığı korkunç sahneleri hafızasına çağırırken her seferinde ölüm korkusunu tekrar hissetse de dehşetin bir yüzünün olması ve hayatını mahveden adamların sonunda ele geçirilip cezalandırılması için hikayesini Uluslararası Yüksek Mahkemede anlatmaya razı olmuştu. Bu gücü bulabilecek miydi? Adamlarla nasıl yüzleşecekti? Belli değidi…
Leyla hayatının bir bölümünü terapi için gittiği annesinin yanında geçirmekteydi. Eşi Ratko onu Sırbistan’a çağırıyordu. Geri dönüş yoktu. Ne orada, ne de annesinin yanında yaşayabilirdi. Dünyanın öbür ucuna da gitse yaşadıklarını yanında götürecekti. Ratko’nun kendisini çok sevdiğinden emindi, fakat kendisi onu seviyor mu, bilmiyordu. Savaşın korkunç karanlığında tutunduğu bir daldı sadece. Ratko Leyla’nın savaşta neler yaşadığını bilmiyordu ki… Eğer gerçekten ona dönmeye karar verirse savaşta neler yaşadığını anlatmalıydı. Bu ayıbı paylaşmaya gücü yoktu şimdilik…
Savaşta yitirilen nice hayatlar var kimbilir ve kimbilir ne haldeler hepsi. Savaş yaralarını sarabilmişler midir acaba?
Sevgiyle kalın…
FERHAN KILIÇ DİĞER YAZILARI:
Kripto para nedir? http://markaworld.com/kripto-para-nedir.html/
Coin’ler içinde en kıymetlisi Bitcoin http://markaworld.com/coinler-icinde-en-kiymetlisi-bitcoin.html/
Beyoğlu Beyoğlu http://markaworld.com/beyoglu-beyoglu.html/
Adabı Muaşeret http://markaworld.com/adabi-muaseret.html/
Kadınlar dedikoduyu sever http://markaworld.com/kadinlar-dedikoduyu-sever.html/
Şarap ve Monşer http://markaworld.com/sarap-ve-monser.html/
Hangi şarapla hangi peynir? http://markaworld.com/hangi-sarapla-hangi-peynir.html/
Eşdeğer alan http://markaworld.com/esdeger-alan.html/
Yaşama dair http://markaworld.com/yasama-dair.html/
Anne şefkati http://markaworld.com/anne-sefkati.html/
Spekülasyon http://markaworld.com/spekulasyon.html/
Boş-anma http://markaworld.com/bos-anma.html/
Zarif olmak yaşam biçimidir http://markaworld.com/zarif-olmak-yasam-bicimidir.html/
Clubhouse nedir? http://markaworld.com/clubhouse-nedir.html/
St. Valentine http://markaworld.com/st-valentine-day.html/