Hepimiz hemen her zaman aynı seslenişin içindeyiz: Aydınlık isteriz. Ancak biliniyor ki, karanlık aydınlığın çağırıcısıdır, dahası (birçok kültürde olduğu gibi) doğuranıdır. Karanlığı bilmeden (yaşamadan demek daha mı doğru olur sizce) aydınlığın önemini, gücünü, savunulması gerekliliğini yeterince dillendirmek mümkün olmaz.
Nina Edwards, “kültürel bir tarih” alt başlığıyla “Karanlık”ı anlatıyor bize, aydınlığın kıymetini bilelim diye. Belirsizlikler merak unsurudur, ışık(!) merakı giderecek en önemli unsur elimizdeki. Tabii, buradaki “ışık” sadece aydınlatma aracı değil, bilim de aynı zamanda, kültürel bir kavram.
Merakı aşmak için irdelemek, incelemek, gözlemek gerek… Bu da bize öğrenmeyi getirir. Tembeller için, en önemli mucitlerdir denmesinin nedeni de bu zaten. Karanlık bize merak ettirir, arkasından ne geleceğini bulmamızı sağlar, buna da bağlı olarak yeniliklere yol gösterir.
Anlam aralığından sızan…
Karanlık (tam değil aslında, gözünüzü kapattığınızda, karanlıklara gömdüğünüzde kendinizi) kurtulmayı da sağlar. Karşınızdaki için ne denli belirleyicidir, bilinmez ama o anlık da olsa sizin kaçışınıza fırsat tanır. Peki, o zaman neden aydınlık isteriz? Neden aydınlıklar peşinde koşarız?
Soruların cevabını yine karanlık verecek. İlk insandan bu yana karanlıkları delecek güç olan ateş, ışık, elektrik ve diğer tüm olanaklar hiçbir şeyin sürüncemede kalmaması, kimsenin kimseyi korkutmaması, kimsenin kimseden kaçmaması için… Işıklar kendiliğinden parlıyor en ufak bir harekette, insanın (karanlıkta bulamama kaygısı da bitti) elini düğmeye götürmesine bile gerek yok. Sistemden kesildiğinde jeneratörler giriyor devreye. Devletler aydınlıkların kesintisiz ve sonsuz olması için enterkonnektif sistem diye, belki dünyanın çevre düzenini de bozma pahasına barajlar inşa ediyor ve insanları karanlıklardan uzak tutmaya çalışıyor.
Mahremiyet ve güven duygusu…
Don Kişot’un yaveri Sancho Panza, “Uyuduğumda artık ne korku, ne umut, ne dert, ne şan kalır. Her türlü düşünceyi örtecek pelerin, her türlü açlığı giderecek gıda, her türlü susamışlığı giderecek su, soğuk şeyleri ısıtacak ateş, yüreği serinletecek soğuk olan uykunun mucidinden tanrı razı olsun” diyor. Gecenin mahremiyetine sığınan sadece o değil ki, hepimiz aslında biraz da onun ardına gizleniyoruz, yorganı başımızın üzerine çekerek. Belki güven duygusudur gece, tüm aydınlıklara inat.
Tamam, bir karar ver de bilelim diyorsunuz (tabii, buraya dek okuduysanız), haklısınız. Ne birinden ne diğerinden geçilir.
Karanlığın estetik güzelliği
Karanlığın gücüyle kimliğin gizli kalması savunulabilen bir davranıştır. Yapılan araştırmalarda da (karanlıkta problem çözmesi istenen öğrencilerin yarısından fazlası hile yapmış) görülüyor ki, devekuşu gibi olmak ya da çocuk olmak gözler yumulduğunda görülmemek anlamına gelebiliyor.
Karanlıktaki estetik ise kendisini sevişmede daha belirgin hissettiriyor. Tam karanlıkta bedenin kıvrımlarını kendinizce yorumlarken loş ışıkta gizemli ve tabii hoş bir güzellik oluşturuyor.
Genel çerçevede bakarsak, yazar her ne kadar karanlığı savunsa da aydınlıkla (doğrusu ışıkla olmalı) bir birlikteliği anlatmak zorunda kalmış. Bu söz konusu birliktelik, biz okurlar için de geçerli. Hem zaten değil mi ki, yazar karanlığı savunurken biz aydınlıktan yana olduk.
Karanlık maddi bir özellik, somut bir imge ve yaşamın her anına, her alanına sızıyor kesinlikle. Kitabın belirleyici gücü sanat, tarih ve antropolojiyle sarmalanmış olarak hayal gücümüzü de besliyor.
Karanlık, Kültürel Bir Tarih
Nina Edwards
Çeviren Nurettin Elhüseyni
Tarih
Yapı Kredi Yayınları
Ağustos 2020, 183 s.