Çelik Erengezgin: “Önce evreni, sonra dünyayı ve bu gezegende milyonlarca yıldır süren yaşamı gözden geçirmeliyiz. Sonra da; bu muhteşem kurgu içindeki insanın yerini !.. Ardından, yaşam çevresine zarar veren ve enerjiye bedel ödeyen tek varlığın, neden sadece “insan” olduğunu düşünmeliyiz !”
Güneşine ve toprağına sahip çıkmak, ülkeye ve dünyaya sahip çıkmaktır.. Uzun yıllardır özgün biçimde tanımlamaya ve örneklemeye çalıştığım “Enerji Mimarlığı” da, güneşin ve toprağın temsil ettiği; enerji ve ekolojinin, Einstein’in ünlü e=m.c2 formülünde ifade ettiği gibi; “ayrılmaz bütün” olduğunu idrak eden ve zaten var olan değerleri yaşama yansıtan bir tasarım sürecidir..
Bu çerçevede, felsefi altyapısını tanımlama ve adını koyma şansına sahip olduğumuz “Enerji Mimarlığı”; her türlü bağımlılıktan kurtulmanın, ekolojik dengeleri korumanın, özetle; “hayatta ve ayakta” kalmanın yani “sürdürülebilir yaşamın” yegane yoludur..
Sanılanın aksine fakir değil “kaynak zengini” bir ülkeyiz. Bu topraklar; maddi manevi değerleri ve insan kaynakları ile, dünyanın en şanslı ve en zengin ülkelerinden birini barındırıyor. Sadece; “yaşam ve üretim” biçimlerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunu sağladığımız takdirde, nerede yanlış yaptığımızı ve neleri değiştirebileceğimizi göreceğiz. Yeter ki, kullanmayı becerdiğimiz tüm değerleri, hiçbir ayrım gözetmeksizin, “adaletle paylaşmayı” da bilelim !..
Dolayısı ile bizce “Enerji Mimarlığı” içeriğinde inşa edilecek olan, yani maalesef alışıldığı gibi “rantsal !” değil ilkesel gayretlerle dönüştürebileceğimiz yaşam alanları, toplumsal barışın da, dünya barışının da en kestirme ve sağlıklı yolu olacaktır.. Çünkü artık insanlar, kendilerine yetmeyi öğrenecektir.. Böylece ; ne enerji lobilerinin, ne yiyecek sektörünün, ne de kötü yönetimlerin dayatmaları, yaşamsal ölçekteki temel güvenliği etkileyecektir.
ENERJİ, EKOLOJİ
“Doğru yön, doğru malzeme ve doğru tasarım” ilkeleri ile özetlediğim “Enerji Mimarlığı”; yapıların, nefes alma doğallığı ve
ölçüsünde enerji kullanmasını öngörür. Ne bir fazla ne bir eksik !.. Ekolojik denge; zihinsel enerjinin, fiziksel ve kimyasal ölçekte işlenip doğal dengeye dönüşmesidir. Tüketirken; sağlığımızı da, çevreyi de tüketmeyen enerji biçimlerinin keşfidir.. Dolayısı ile, bir yapının “ekolojik” olduğunu iddia etmek için, önce enerji sınavından geçip geçmediğine bakmak gerekir..
Enerjisini kendisi üretebilmekte midir ?.. Bu bir.. Üretebildiği enerjiyi nefes alma kolaylığında kullanabilmekte midir ?.. Bu iki.. Ve bu kullanımın çıktısı ya da atığı, çevresinin canına mı okumakta, katkı mı sunmaktadır ? Bu da üç..
İşte “Enerji Mimarlığı” dediğimiz şey de; bu üç soruluk sınavdan alnının akı ile çıkmayı becerebilmektir !..
Yaşamın çekirdeği olan enerji ve onun ürünü olan ekoloji, çağımızın en önemli gündem maddesidir artık. Yenilenebilen enerjileri kullanarak kendine yetebilirken, yaşam konforunu ve üretimini de arttırmasını öğrenen insanlık, savaşların ve doğal yıkımların temel nedeni olan enerji sorununu ortadan kaldırmayı bilecektir.
Bu değişimi sağlamak için birinci hedef; doğrudan halktır. Ne zaman ki, böyle örneklerden yola çıkarak, “ben de artık böyle yaşamak istiyorum !” der, işte o gün gerçek dönüşüm başlar…
AHŞAP
Teknik zorunluluk gerekmedikçe projelerimizde, atamızın 120 sene önce dokuz katlısını inşa ettiği ve günümüz dünyasında, otuz katlı binalara kadar önü açılmış olan ahşabı, temel yapı malzemesi olarak seçmeliyiz. Çünkü, artık tamamen yanmaz ve çürümez hale getirilebilen ve aynı zamanda en süratli inşa biçimi olan ahşap yapı sistemi, sıfır deprem riski sağlayacaktır.
Bu sistemin yaygınlaşması ile, ülkemiz gündeminden hiç düşmeyeceği kabul edilen “depreme“ karşı, güvenli bölgeler çoğalacaktır. Sürdürülebilir enerji ve ahşap teknolojisinin yaratacağı istihdam ve yepyeni iş sahaları ise, topluma nefes aldıracaktır.
Böylece, ahşabı konut sektöründe kullanan tüm ülkelerde olduğu gibi, ormanlarımızın da yeniden yapılanmasına ve gelişmesine öncülük yapmış olacağız. Çünkü artık, hayatımızı ve sağlığımızı emanet ettiğimiz ahşabı üreten ormanlara, gözümüz gibi bakacağız. Batı ülkelerinde olduğu gibi, bir tane ağaç kesti isek, yerine on tanesini dikeceğiz ve böylece ormanlarımız, inşaat sektöründeki önemli tüketime rağmen, Amerika’da, Kanada’da Finlandiya’da olduğu gibi, büyümeye başlayacaktır.. Gerçek koruma böyle olur.. Yandığında dökülen, ama kurur kurumaz hemen unutulan iki damla göz yaşı ile değil !..
ENERJİ MİMARLIĞI VE DİN
2012 yılında kaleme aldığım “Enerji Ekoloji ve İslam” başlıklı makalemde şöyle demiştim:
“Enerji ve Ekoloji, yeryüzündeki yaşamın temel taşları ve canlılığı sürdürebildiğimiz ortamın olmazsa olmazları ise, hiçbir dini düşüncenin bunu görmezden gelmesi mümkün değildir. Şükrün en anlamlı ifadesi, bu konuda bize sunulan nimetlerin hem farkına varılması hem de hakkaniyetle değerlendirilmesidir..”
Diğer deyişle en doğru ibadet; nimetin idraki ve icabının yerine getirilmesi ile yapılan şükürdür.
Kendimizi çaresiz sanarak; her türlü barınma ihtiyacımızı karşılarken, yanlış malzeme, yanlış enerji ve teknolojilere başvurduğumuz için, taşınamaz giderlere yol açarak, ülkemizi ekonomik yıkımlara ve savaşların eşiğine taşımak, ya da deprem olduğunda tepemize çöken yapıların sorumluluğunu “Allah’ın takdiri !” ifadesine bağlamak, kutsal kitabımızda tanımlanan kulluğa sığmaz.
Elbette tüm olanlar ve olacaklar Allah’ın bilgisi dahilindedir.. Ama şunu idrak etmek gerekir ki, yedi kez hatırlatarak bize yüklediği “dünyaya halifelik etmek” görevi, yazılı olanın değil, tüm seçimlerimizin sonucu olan, yani mukadder olanın yaşanmakta olduğunu, artık bize anlatmalıdır..
GÜNEŞ EVİ..
Güneş, tüm enerjilerin kaynağı !… O yüzden, tüm enerjisini üretebilme becerisine sahip olan evlere “Güneş Evi” demek yavaş yavaş yerleşik bir kavram olmakta.. Bu tanımını, sadece evlerle sınırlamak doğru olmaz. Çünkü tüm yapılar, yani bir kapalı yaşam mekanı oluşturan tüm binalar, tüm kamusal, ticari, askeri, sağlık ve eğitim amaçlı binalar, hatta bu yapılara ilişkin tüm açık yaşam alanları da; güneşin ve onun temel katkısı ile doğal kaynakların; ısıtacağı, soğutacağı, aydınlatacağı, ve havalandıracağı mekânlar olarak, “enerji mimarlığı” başlığı altında çözümler üretmek, kendi ihtiyacını karşılamak zorundadır..
Çünkü maalesef gelecek; fosil yakıt kaynaklarının gittikçe azalacağı, buna bağlı olarak fiyatlarının yükseleceği, uluslararası enerji lobilerinin siyasal baskılar oluşturacağı ve sözde çözüm niyetine nükleer dayatmaların ve savaş çığlıklarının sıklaşacağı karanlık günlere gebedir. Bir yandan çevresel felaketlere ve ölümlere neden olan fosil yakıtların tükeniyor olmasına sevinirken, diğer yandan, temiz ve sürdürülebilir kaynaklara geçiş sağlanana kadar yaşanacak maddi, manevi ve siyasi dayatmalara da yaşamsal çözüm üretmek zorundayız.. İşte o yüzden “Güneş Evi”, hem geçiş dönemine hem de sonrasına, yaşamsal anlamda simgesel bir model ve başlık olacaktır..
Başlangıçta; tüm enerji ihtiyacını karşılayabilen, sağlığa zararlı malzeme içermeyen, zararlı atık üretmeyen ve deprem riski taşımayan konutların inşası ile çıkılacak yol, bence toplumsal idrake ulaşmanın en kısa yolu olacaktır. Hele bu konutların, belli bir eğitimden sonra, bizzat o evde yaşayanlarca üretilebilir olmasının farkındalığı, konut sektöründeki haksız kazançları da önemli ölçekte frenleyecek, toplumsal barışa ivme verecektir… Hemen ardından, bir ev alanı kadar elverişli toprağın, o evde yaşayanları doyurabileceği öğrenildiğinde, “karada ölüm yok !” halk deyişi artık gerçek olacaktır..
Beklediğimiz köklü değişimin güneşi; piramidin tepesinden değil, bu ve benzeri örneklerdeki gibi halkla bütünleşmiş deneyimlerden, yani tabanda oluşan bilgi ve bilinçten yükselecektir.
Her fırsatta tekrarladığım gibi, aklın yolunda buluşacağımıza inanıyorum !..